Dünya Şiir Günü dolayısıyla (yanılmıyorsam geçtiğimiz yıl)
İlhan BERK aşağıdaki mesajı dünya şairlerine okumuş. Ben de sizlere aktarmak istedim
Milliyet Gazetesi'nden aynen alınmıştır.
İlhan BERK
"İnciri biliyorum ama şiiri bilmiyorum"der Francis Ponge. Bunda gerçeğin payı var elbet Her şeyden önce şiir tanıma gelmez. Ne kadar şair varsa o kadar şiir tanımı var diyebiliriz.
Öte yandan, hekimlik, kunduracılık, mühendislik gibi şairlik de bir uğraştır. Şiir hariç, bu uğraşların ne olduğu, ne işe yaradığı bilinirken, şiir için bunu söylemek neredeyse olanaksızdır. Hiç değilse bu biz şairler için böyle.
Nerden bakarsak bakalım şu bir gerçek: Şiir gerisinde gizli bir tarih bırakır. Adlandırmaktan da kaçar. Kapalılık, belirsizlik koyar. Zorluk önce burdan geliyor. Asıl da şiirin ele gelen bir şey olmaması, özünün, oluşumunun bilinmemesinden.
Gerçekten şiirin künhüne varmak zordur. Şiiri, şiir yapan nedenleri usa vurmayla açıklayamayız. İyi bir şiirde usun payı yok gibidir. En aza indirgenmiştir.
Hem şiirin oluşumu da bilinmez. Öyle ki, bu yaratıcısına bile kapalıdır. Görünmez de. Sımsıkı kapalı mı kapalıdır. Bu biz şairlerin Kaf Dağı yolcuları olmasından da gelmez. (Şairler Kaf Dağı yolcularıdır.) Şiirin doğası gereğidir bu. (Şiiri doğrular yürütür, yanlışlar yapar.)
Şiir ağaç gibi oluşur
Bu serüvenini şiir tek başıns yaşar. Kimseyi karıştırmaz. Bir ağaç gibi. Tıpkı bir ağaç gibi oluşur şiir. Şair onu sonradan görür. Görür dediğimiz de bir labirentin görüntüsüdür. Bir labirente girip çıkmıştır şair, bütün bildiği de budur.
Bir şiir oluşumu düz bir çizgi izlemez. Boyuna değiştiği için de izlenemez. Kağıda düşen gölgesidir onun. Şairin gördüğü, tutunduğu bir gölgedir. Oradan tutmaya çalışır.
Bu şiirin kendi iç serüvenidir. Şair bunu yalnız sezer. Bunu şiirin kendisinin bile bildiği çok su götürür. Ağacın yapraklarından haberi yoktur!
Şairin elindeki bir fotoğrafın arabıdır, görünür, ama okunmaz. Ama bütün iş, işte bu iç serüvendir. Biliyoruz ki gövdeyi o belirleyecektir. Öyle dal budak salacak, öyle var olacaktır.
Gövdeyi şiirin iç yapısı belirler. Bu gerçi görünür gibi bir dış dünyadır, ama iç dünyanın gizliliği, bilinmezliği ona da vurmuştur..
Şiirin bu iç, dış diye ayırdığımız dünyası (aslında iki ayrı dünyaları yoktur) burada kapanmaz. Kapanmaz, çünkü şiir yazıldıktan sonra da değişime, yeni anlamlara, duyarlılıklara, yıkımlara uğrar. Durmadan olduğu yerde devinir. Bu da yazılıştaki uzun, gizli yolculuğu aratmayacak niteliktedir.
Şiirin bu yazıldıktan sonraki serüveni hiçbir şeye benzemez. Yazmak çünkü, yalnız şiirin orasını burasını düzeltmek, orasını burasını ayakta tutacak hale getirmek değildir. Toptan yok etmekti de. Şairin şiire karışması da işte burada başlamıştır. Burada tek ölçü kendisidir çünkü. Asıl burada ağırlığını koyacaktır. Bu ise büyük bir beğeni, büyük bir duyarlılık, bilgi işidir. Şairi biz burada tanırız hem.
Şiirin tarihinin gizliliği işte bu yolculuktur. Hem yalnız iyi bir şiirin tarihi gizlidir. Kötü bir şiirin ise hiçbir şeyi yoktur. Kötü bir şiirde her şey açıktır. Ölüdür çünkü. Öyle de doğmuştur.
ŞAİRLERİN hayatı yoktur. Çünkü şairlerin hayat dedikleri, şiirin hayatından başka bir şey değildir. Dünya onlar için yalnız ve yalnız yazılacak bir yerdir
Öte yandan, şiirin geliş saati Paul Valery'ye göre Tanrı vergisidir. Ve de ilk dizedir bu. Biz tansık saati diyelim buna. Şair bunu bilmez, sezer yalnız. Şair, şiiri sezgiyle bulur. Elbet bir hazırlık ister bu. Şiirin saati zaten bu hazırlığın sonucudur. Bir yaprağın yere düşmesi, bunu başlatabilir.
Şiir dilin tarihidir. Her şeyden önce de budur. Şairi biz diliyle anlar, tanırız. Şiir çünkü kendini dilde belli eder: Onu vurur. Şiirde dil bir araç olmaktan çıkar, kendisi olur. Şiiri böyle anlamakta da bir abartma yoktur. Şiire yaklaşmanın belki de ilk yolu budur.
Jakobson gibi söylersek: "Şiir kendini dile getiren bir sözdür."
Şiir yine dilin tarihi olduğu kadar, tekniğin de tarihidir. Her iyi şiir bize bunu yansıtır.
Bir yapı sanatıdır çünkü şiir. Her şey şiirin yapısında görülür. Dille teknik uyum içindeyse, şiirin varlığından söz edilebilir.
Bir şiir yeniliği, eskiliği, dahası devrimciliği yapısına vurmamış, yapısının gereği olmamışsa, o şiir söyledikleriyle var olamaz. Daha ta başından ölü doğmuştur, yoktur.
Okuyucu için yazılmaz
Öte yandan, şiirin varlığı çoğunlukça kuşkuludur. Çoğunluğun usunu kurcalamaz, kaplamaz. Yaşamına girmez; girmesine de izin vermez; işlerinin elinden tutmaz çünkü. Bu yüzden de onanmaz. Dışındadır onun.
Şu bir gerçek: Şiir amaç gütmez, bir şey öğretmez. Bunun için de güven vermez. Bütün bunlardan sonra çoğunluğun şiire uzak durması anlaşılmaz da değildir. Bir işe yaramaz çünkü şiir. Anlaşılıveren bir şey de değildir.
'Şiirin dediğini diyemeyiz. Onu açımlayamayız'. Bu da çoğunluğa karışmasına ket vurur. Hem karışsa bile çok kısadır bu, bir şimşek çakmasından öteye geçmez. Hemen eski yerine konur çoğunlukça: Yokluğa. Bu konuda şiirin elinden gelen hiçbir şey yoktur. Yoktur, hiçbir şiir dünyada okuyucu için yazılmamıştır çünkü.
Şiirin gizli tarihi böyle, ya şairlerin hayatı?
Şairlerin hayatı yoktur. Yoktur çünkü şairlerin hayat dedikleri şiirin hayatından başka bir şey değildir. Dünyaya da o gözle bakarlar. Dünya onlar için yalnız ve yalnız yazılacak bir yerdir. Bunun dışında dünya yoktur.
Hem şiirin tarihinin gizli olduğunu söyleyip hem de onu anlatmaya kalkışıma gelince, bunu da benim uyumsuzluğum, densizliğim bilin, ben biraz da oyum çünkü.